HOŞ GELDİNİZ AHMET ÖKTELİK RESMİ WEB SİTESİ

   
 
  HAFTANIN SOHBETİ
Kalp kırmak cüzzam olmaktan kötüdür!..
 

Kalb göğsümüzün sol tarafındaki et parçası demek değildir. Ona yürek denir. Yürek hayvanda da, ölülerde de bulunur. İnsana mahsus olan kalbe gönül diyoruz... 
Kalb, bir kuvvettir görünmez. Tesirleri ile, eserleri ile tanınır. 
İmam-ı Rabbani kuddise sirruhu buyuruyor ki: 

“ALLAHÜ TEALANIN KOMŞUSU!”
“Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mü’min olsun, asi olsun hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünkü, asi olan komşuyu da korumak lâzımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra kalb kırmak gibi büyük günâh yoktur. Çünkü, Allahü teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir...
İnsanların hepsi, Allahü teâlânın köleleridir. Herhangi bir kimsenin kölesi dövülür, incitilirse, onun efendisi elbette gücenir. Her şeyin biricik maliki, sahibi olan zatın şanını, büyüklüğünü düşünmelidir. Onun mahlukları, ancak izin verdiği emreylediği kadar kullanılabilir. Kalb yani gönül mahlukların en üstünü, en şereflisidir... 
Kalb, bütün bedenin padişâhıdır. Allahü teâlâyı tanımak, onun cemalini müşâhede etmek onun sıfatıdır. Rabbimiz ona emir verir, ona hitâp eder, onu sorumlu tutar. Rabbimizi tanımanın, bilmenin anahtarıdır...”

VEBÂLİ VE GÜNAHI BÜYÜK!..
İçimizde veya dışımızda, görünen veya görünmeyen ne kadar uvzumuz (organımız) varsa hepsi kalbin emrindedirler. Dile emir verince konuşur, ele emir verince tutar, ayağa emir verince yürür, göze emir verince bakar, düşünce kuvvetine de emir verince düşünmeye başlar...
Bu kadar kıymetli ve değerli olan kalbi kırmanın vebâli ve günâhı da elbette ki çok büyüktür. 
Büyük İslâm âlimlerinden Abdülvehhâb-ı Şa’ranî kuddise sirrûh buyuruyor ki: 
“Bir gün mahallemize nereden geldi ise bilmiyorum, bir cüzzamlı hasta geldi. Yüzünden iltihap akıyordu, her tarafı yara bere içinde idi. Onu gören uzaklaşıyor, kimse yanına yaklaşmak istemiyordu...
Dedem, hastanın elinden tuttu ve bizim eve getirdi, beraberce yemek yediler, işin garip tarafı hastaya bir bardak süt ikrâm etti, misafir sütün tamamını içemedi, dedem ondan artakalan sütü de içti. Hasta o kadar çok memnun olmuştu ki neşesi yüzünden okunuyordu. Cebine de birkaç kuruş harçlık koyarak adamı yolcu etti...

“HİKMETİ NEDİR EFENDİM?”
Babam, babasının bu yaptıklarını hayret ve ibretle seyrediyordu, dayanamadı ve babasına sordu: 
-Efendim o cüzzâmlı hastaya çok yakınlık gösterdiniz, artığını bile içmekten çekinmediniz! Cüzzâm, bulaşıcı bir hastalıktır. Hadis-i şerifte de buna işâret vardır: 
(Cüzzâmlı hastadan arslandan kaçar gibi kaçınız) buyurulmaktadır. Bunun hikmetini anlayamadım? diye sorunca dedem şöyle cevap verdi: 
-Evlâdım! Cüzzâm olmak kalb kırmaktan daha kötüdür. Bu hastayı gören ondan nefret etti, uzaklaştı. İnsanların bu tavrı onu çok üzmüştü. Elinde de değildi. Kimse cüzzâm olmak istemezdi. Takdir-i ilâhi onun için böyle tecelli etmişti. Hasta olan insan bizim kardeşimizdi, sıkıntısı büyüktü, kalbi de çok kırılmıştı, kalbini hoş etmek o kardeşimizi sevindirmek için öyle yaptım... Allahü teâlâ için yapılan bir işin sonunda sıkıntı olmaz. İnşallah biz de bir sıkıntı görmeyiz. 
Ve görmedi...

Hazret-i Zü’l-Karneyn ile Hazret-i Süleymân
 

Geçen haftaki iki makâlemizde, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât-ı şerîfesinden, “İsmini duyduğunuz kimselerden dört kişi, yeryüzüne mâlik oldu. Bunların ikisi mü’min, ikisi de kâfirdi. Mü’min olan iki kişi, Zü’l-Karneyn ile Süleymân (aleyhimesselâm) idi. Kâfir olan ikisi de, Nemrut ile Buhtun-Nasar idi. Beşinci olarak, yeryüzüne, benim evlâdımdan biri [ya’nî Mehdî de] mâlik olacaktır” hadîs-i şerîfini nakletmiş, birer nebze, İskender-i Zülkarneyn ile Süleymân (aleyhimes-selâm)dan bahsetmiştik. Bugünkü makâlemizde, Hazret-i Süleymân (aleyhisselâm)dan biraz daha bahsetmek istiyoruz...
Süleymân (aleyhisselâm), babasının temelini attığı, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’yı yapmaya devâm etti. Yedi senede pek san’atkârâne bir şekilde tamâmladı. Daha sonra, Kudüs’te büyük bir saray inşâ etmeye başlayıp, onüç senede bitirdi. Bu binâların yapımı sırasında, insanlardan ve cinnîlerden pekçoğu Süleymân (aleyhisselâm)ın emrinde çalışmışlardı.
Süleymân (aleyhisselâm)ın zamânında barış, i’mâr, san’at ve ilim iyice ilerlemişti. Mescid-i Aksâ inşâ edilip çeşmeler, su kanalları yapıldı. Köprüler, barajlar ve evler inşâ edildi. Hikmetinin ve büyüklüğünün şöhreti bütün dünyâya yayıldı. Zamânındaki bütün pâdişâhları ve ileri gelenleri doğru yola sevk etti.
Onun zamânında Yemen’in Sebe’ şehrinde hüküm süren ve muhteşem bir saltanata sâhip olan Belkıs’a mektup yazıp onu Filistîn’e çağırdı. O da gelip, Süleymân (aleyhisselâm)la görüşerek îmân etti...
Süleymân (aleyhisselâm), Akabe Körfezinden Fırat kenarına kadar, kırk sene adâletle hüküm sürdü. Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler. Ticâret gemileri yapıp, Kızıldeniz ve Umman Denizinde ticâret yaptırdı. Rüzgâr onun emrine verilmişti. Rüzgâra binip dilediği yere tahtıyla birlikte kısa zamanda giderdi. Makâmına oturduğunda ve meclis kurduğunda kuşlar üzerine gelip, kanatlarını yan yana gererek bir bulut gibi gölge yaparlar, güneş ve yağmurdan korurlardı. 
Süleymân (aleyhisselâm), bir gün yapılmakta olan büyük bir sarâyın inşâsını kontrol etmeye gitmişti. Bu binâ, bir su kıyısında çok heybetli bir sarâydı. Ustalar, işçiler, cinnîler, sarâyın tamâmlanmasıyla meşgûldüler. Sarâyın balkonuna çıkıp, kendisini yalnız bırakmalarını, hiç kimsenin yanına yaklaşmamasını emretti. Sonra da balkonun kenârında asâsına (bastonuna) dayanıp durdu ve etrâfı seyrederek tefekküre başladı. Bu sırada ömrü bitip eceli gelmişti...
Süleymân (aleyhisselâm) asâsına dayandığı hâlde ayakta vefât edip, uzun bir müddet öylece kaldı... Nihâyet asâsının yere temâs eden kısmını güve kurdu yiyip asâ kırılınca, cesedi yere yıkıldı. O zamân bu hâlini görenler vefât ettiğini anladılar...

DOĞRU YOLDAN AYRILDILAR...
Süleymân (aleyhisselâm)ın vefâtından sonra, İsrâîloğullarının arasındaki birlik bozuldu, iki ayrı devlete bölünüp doğru yoldan ayrıldılar. Sonra da onlara doğru yolu göstermek üzere, İlyâs ve Elyesa’ (aleyhimesselâm) peygamber olarak gönderildiler. 
Süleymân (aleyhisselâm), Mescid-i Aksâ’ya Mûsâ (aleyhisselâm)dan beri nesilden nesile geçerek gelen, Tevrât’ın içinde bulunduğu “Tâbût-i Sekîne”yi (Ahid Sandığını) koydu. Çünkü Mûsâ (aleyhisselâm), ümmetinin âlimlerinden, Tevrât’ın Ahid Sandığına konularak muhâfaza edilmesini istemişti. Bu durum, Mescid-i Aksâ’nın Buhtunnasar tarafından yıkılmasına kadar devâm etti. Buhtunnasar, Kudüs’ü alınca, şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksâ’da bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri de alıp Bâbil’e götürdü. Buhtunnasar’ın Kudüs’ü yağmalaması esnâsında, hakîkî Tevrât ve Zebûr yakılıp yok edildi. Muhtelif kimselerin hâtırlarında kalan âyetlerini yazmaları netîcesinde, Tevrât isminde birbirlerini tutmayan çeşitli risâleler ortaya çıktı. Mîlâddan yaklaşık dört yüz sene evvel yaşamış olan Azrâ bunları topladı ve şimdiki “Ahd-i Atîk”teki Tevrât’ı yazdı.
[Kâfirlerden yeryüzüne hâkim olan diğer iki kişiden ise inşâallah yarın bahsedelim.]



Hayırlı arkadaş edinmek...
 

Hayvanlar gibi yalnız başımıza yaşayamayız, beraberce yaşamak zorundayız, birbirimize muhtacız.
Hayvanlar yalnız yaşayabilirler, onların terziye, ayakkabıcıya, berbere, aşçıya ve buna benzer şeylere ihtiyaçları yoktur. Yakaladığı rızkını yiyebildiği kadar yer, geriye kalanı ise bırakır gider, o başka bir hayvana nasip olur. Demez ki; ben böyle taze eti nerede bulabilirim, iyisi mi buralardan ayrılmayayım, acıkınca yine yemeye başlarım... Tevekkülleri bizden fazladır. Her acıktığında rızkı gönderilir.
Biz, bir ekmek için en az otuz kişiye muhtacız. Tarla sahibine, ekene, biçene, harmanlayana, değirmenciye, fırıncıya ve bu aradaki nakliyecilere ihtiyacımız vardır.
Toplu yaşamak zorunda olduğumuzdan, arkadaş edinmek mecburiyetindeyiz. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Cenab-ı Hak bir kuluna hayır murad ettiği zaman ona hayırlı arkadaşlar nasip eder.”
Hazreti Ali (radıyallahü anh) buyuruyor ki: “Hayırlı arkadaş edinin, çünkü onlar hem dünyada hem de ahirette işinize yarar ve size yardımcı olur. Garip insan, arkadaşı olmayan insandır.”

MENFAATE DAYALI DOSTLUKLAR...
Arkadaş seçerken çok dikkatli olmalıyız. Çünkü insan, istese de istemese de zamanla arkadaşı gibi olur. Mevlânâ Celâleddin-i Rumi hazretleri Mesnevi kitabında buna işaret buyurur:
Cahiller meclisinden sen her zaman uzaklaş, 
Dâima ariflerin mutlu semtine yaklaş.
Nâ ehil kişilerle yoldaşlık etme sakın.
Yere düşen bir maden paslanır yavaş yavaş...
İnsanların çoğu, arkadaşından şikâyet eder; “Bana, bunu yapacağını hiç tahmin etmemiştim. Ben olsaydım ona bunu yapar mıydım” gibi. Menfaate dayalı dostluklar, menfaat bitince biter.
Arkadaş seçimindeki pişmanlık, dünyadan daha çok ahirette meydana gelir. Bizim kıyamet günü insanların arasında rezil ve rüsva olmamıza ve neticede cehennemde yanmamıza sebep olur. Bunun için ne kadar pişmanlık duyacağımız ve üzüleceğimiz kıyamet günü daha iyi anlaşılır. Bunu ayet-i kerimeden öğreniyoruz. (Furkan suresi 29) Meâlen buyuruluyor ki: “Keşke ben falancayı arkadaş edinmeseydim.” 
Dünyadaki o sahte dostluk düşmanlığa dönüşür, birbirlerinin yakasına yapışırlar.
“İnsan, arkadaşının dini üzerindedir...” ve “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözleri meşhurdur.
Hazret-i Ömer buyuruyor ki: “Salih ve iyi bir arkadaşın yüzüne bakmak bile insanın üzüntülerini giderir ve onu ferahlandırır.”
Her şey para değildir. Birinin parası ne kadar çok olsa yine de, sıkıntılı zamanında onu teselli edecek, hasta olunca onu ziyaret edecek ve acısını paylaşacak birini arar, bulunca da çok huzur bulur. Para bunu temin edebilir mi?

ARKADAŞ, ÜÇ KISIMDIR...
Arkadaş üç kısımdır: Birincisi gıda gibidir. (Hava, su ve diğer yiyecekler gibi) onsuz olmaz. İkincisi ilaç gibidir, insan hasta olunca lazım olur, başka zamanlarda aranmaz. Üçüncüsü ise; hastalık gibidir, hiçbir zaman talep edilmez.
Her insanın dört türlü arkadaşı vardır: 
Birincisi ve en kıymetlisi, hem dünyada hem de ahirette faydası olandır. Dünya işlerinde ona yardım eder, ahirette de şefâat eder. Bu hem gölgesi, hem de meyvesi olan bir ağaç gibidir. Dünya hayatı gölge gibidir. 
İkincisi, dünyada bir yardımı olmaz, fakat ahirette faydası çok olur. Bu da meyvesi olup da, gölgesi olmayan ağaca benzer.
Üçüncüsü; dünyada yardım eder ama, ahirette faydası olmaz. Bu da gölgesi olan meyvesiz ağaç gibidir.
Dördüncüsü, ne dünyada ne de ahirette hiçbir faydası olmaz. Gölgesi ve meyvesi olmayan kupkuru ağaçtan farksızdır. Böylelerinden uzak durmalıyız...


Gerçek kardeşliğin icâbı!
 

Şeyh bin Abdullah hazretleri, Yemen’de yetişen meşhûr fıkıh âlimlerinden ve evliyânın tanınmışlarındandır. 1513 (H.919) senesinde Terîm şehrinde doğdu. 1582 (H.990)de vefât etti. İyi bir çevrede yetişti. Önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. İlk bilgileri babasından okudu ve güzel bir edeble yetişti. Bundan sonra San’a’ya gidip âlimlerden ilim öğrendi. Buradan da hac yapmak için babası ile birlikte Mekke’ye gitti. Sonra babası ile birlikte Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etmek üzere Medîne-i münevvereye gittiler. Büyük bir aşk ve muhabbet içinde ziyâret ettiler. Mübârek türbesine girmekle şereflendiler. İçeriye girdikleri sırada bir hâl kapladı. Kendinden geçip yere düştü ve bayıldı. O sırada çok yüksek hâllere kavuştu...
Şeyh bin Abdullah hazretleri sohbetlerinde buyurdu ki:
“Zikr meclisleri, Allahü teâlânın helâl ve haram kıldığı şeylerden bahsedilen yerlerdir.”
“Büyüklerimizden birisi, hatâ ve noksanlarını avucunun içine yazar, avucuna bakıp, hatâ ve noksanlarını görüp hatırlayınca, eli titrerdi.”
“Kişi, hesâbının mükemmel bir şekilde olabilmesi için, tanıdıklarının yanında hesâba çekilir.”
“Bir kimse herhangi bir yerde Allahü teâlâya ibâdet ve tâatte bulunursa, o kimse öldüğü zaman o yer onun için ağlar ve kıyâmet gününde, ona kendi üzerinde ibâdet ve tâatte bulunduğuna dâir şâhidlik eder.”

“İKİ KARDEŞİNİN ARASINI BUL”
“Şu üç husus, gerçek kardeşliğin îcâblarındandır: Birincisi, hasta oldukları zaman, birbirini ziyâret etmek. Sıkışıp, daraldıkları zaman birbirine yardımcı olmak. Bir şeyi unuttukları zaman birbirlerine hatırlatmak.”
“Bir mil uzakta da olsa, hasta bir kardeşini ziyâret et. İki mil uzakta da olsa, git, iki kardeşinin arasını bul, onları barıştır. Üç mil uzakta bile olsa, yürü, Allahü teâlânın rızâsı için sevdiğin bir kardeşini ziyâret et.”
“Cehennem’in yedi kapısı vardır. Bunlardan en pis kokan, ateşi en şiddetli olan, haram olduğunu bildikten sonra zinâ yapanlara âid olandır.”
Şeyh bin Abdullah hazretleri, vefatına yakın buyurdu ki: 
“Ahirete göç etme vaktim geldi. En güvendiğim amel olarak ilim öğretmemi, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını insanlara anlatmamı görüyorum.”

ETKİNLİKLER
 
www.dostyurdu.com

Türkiye Plakalari


01 ADANA
02 ADIYAMAN
03 AFYON
04 AĞRI
05 AMASYA
06 ANKARA
07 ANTALYA
08 ARTVİN
09 AYDIN
10 BALIKESİR

11 BİLECİK
12 BİNGÖL
13 BİTLİS
14 BOLU
15 BURDUR
16 BURSA
17 ÇANAKKALE
18 ÇANKIRI
19 ÇORUM
20 DENİZLİ

21 DİYARBAKIR
22 EDİRNE
23 ELAZIĞ
24 ERZİNCAN
25 ERZURUM
26 ESKİŞEHİR
27 GAZİANTEP
28 GİRESUN
29 GÜMÜŞHANE
30 HAKKARİ

31 HATAY
32 ISPARTA
33 İÇEL
34 İSTANBUL
35 İZMİR
36 KARS
37 KASTAMONU
38 KAYSERİ
39 KIRKLARELİ
40 KIRŞEHİR

41 KOCAELİ
42 KONYA
43 KÜTAHYA
44 MALATYA
45 MANİSA
46 KAHRAMANMARAŞ
47 MARDİN
48 MUĞLA
49 MUŞ
50 NEVŞEHİR

51 NİĞDE
52 ORDU
53 RİZE
54 SAKARYA
55 SAMSUN
56 SİİRT
57 SİNOP
58 SİVAS
59 TEKİRDAĞ
60 TOKAT

61 TRABZON
62 TUNCELİ
63 ŞANLIURFA
64 UŞAK
65 VAN
66 YOZGAT
67 ZONGULDAK
68 AKSARAY
69 BAYBURT
70 KARAMAN

71 KIRIKKALE
72 BATMAN
73 ŞIRNAK
74 BARTIN
75 ARDAHAN
76 IĞDIR
77 YALOVA
78 KARABÜK
79 KİLİS
80 OSMANİYE
81 DÜZCE





google-site-verification: googled0d2f01e41c88b26.html
 
Bugün 3 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol