HOŞ GELDİNİZ AHMET ÖKTELİK RESMİ WEB SİTESİ

   
 
  NEFS-İ TERBİYE
NEFS-İ TERBİYE

İbrahim Havas(r.a.) anlatıyo r:Birgün Şam yakınlarında,Likam dağındaydım.Bir nar ağacı gördüm ve canım çekti.Bir nar kopararak tadına baktım ,nar pek ekşiydi onu yere attım.Yoluma devam ettim ,ileride başına arılar üşüşmüş yere uzanmış bir adam gördüm.Adama:"Selamün Aleyküm!"dedim.

Adam"Ve aleykümselam,ya İbrahim!"diye cevap verdi. "Beni nerden tanıdın"dedim

.Adam dedi ki: "Kim Allah'ı tanırsa,Allah ondan hiçbirşeyi saklamaz"karşılığını verdi.Ona:"Anladığım kadar Allah'la ilişkilerin iyi.Allah'ın seni bu arılardan kurtarmasını istesene"dedim.Bana:"Bende seni Allah ile dosttur sanıyordum,asıl sen Allah'tan nara olan düşkünlüğünden kurtarmasını istesene!İnsan nara olan düşkülüğünden dolayı cezası ahirette verilir.Oysa arı sokmasının acısını insan bu dünyada kısa süre için çeker.Arı sokması vücudu incilttiği halde,nefsin arzu iğneleri daima kalbe batmaktadır.

Bana bu güzel dersi veren adamı orada bırakıp gittim.Nefsin isteğine uyan padişah bile olsa köleleşir.Sabırlı kölede şah olur.

Sabah namazı süre itibariyle en az, şekil ve uygulama bakımından en kolay ve en rahat olan, aslında eğer mesele yalnız bizi kötülüklere sürüklemesine rağmen nefsimizde bitse yine de hiçbir problem yaşanmaması gereken bir sabah ibadetidir. Bir abdest ve dört rek’âtlık bir namaz. Allah aşkına nazlanmaya değer mi ey nefsim? Zorlanmaya, darlanmaya, rehavete, tembelliğe değer mi? Hepsi, hepsi beş dakikalık bir ibadet! Yazık sana! Haşir uyanışına benzer her sabah uyanışında beş dakikalık bir ibadetle Rabb’ine dönmek sana neden zor geliyor? Neden tembelleşiyorsun? Neden rehavet basıyor? Kılmamakla ve rehavetle ne kazanıyorsun?

Ama yok; iş nefsimizde bitmiyor. Bu konuda nefsimiz de kukla; birisinden emir alıyor! Şeytanından... Yoksa sabahın o günahlardan uzak vaktinde, o temiz ve Allah’a yakın saatlerinde, o uyanış ve diriliş zamanında, kolayca da kılınabilecek bir uyanış ve diriliş namazı olan sabah namazı, her ne kadar kötülükleri emredici de olsa, nefse neden zor gelsin? Allah’ın kulu olduğunu idrak eden nefisler için bunun problem olmaktan çıkması lâzım!

Ama demek kazın ayağı öyle değil ki, bu iş şeytanın ağzına bakan nefse zor geliyor. Çünkü bu beş dakikalık ibadette Allah’ın öylesine rızası ve hoşnutluğu gizli ki, Allah’ın öylesine rahmeti ve mükâfatları gizli ki, şeytan bunu hissettikçe çıldırıyor, çıldırıyor, çıldırıyor! Nefsimizi de aldatıyor ve baştan çıkarıyor.

Nefis zaten his ve duygularıyla birlikte öyle yarını göremiyor, geleceğe akıl erdiremiyor, uzakları düşünemiyor; günübirlik yaşıyor. Günübirlik yaşadığı için de, şeytanın verdiği küçük bir rehavet hakkından geliyor.

Oysa bu küçük rehaveti yeniversek, alarm çaldığında fırlayıp kalkıversek ve Allah’ın huzurunda el pençe divan dursak, o sabah namazının az olan şekilleri, kolay olan hareketleri ve rahatça yapılabilen rükünleri içinde öyle bir rızaya, öyle bir hoşnutluğa, öyle bir mağfirete, öyle bir merhamete ereceğiz ki, derecesini, mertebesini, makamını, ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne hayal yetişmiş!

İşte bu şeytanı baştan çıkartıyor, şeytanı çıldırtıyor, şeytanı kudurtuyor! Az bir ibadete, sonsuz bir sevap ve feyiz şeytanın aklını başından alıyor. Onun için nefsimize rehavet veriyor, yatağı daha sıcak, uykuyu daha cazip göstermeye ve bizi namazdan alıkoymaya çalışıyor.

Biz akl-ı selimle düşünerek, sabır ve sebatla hareket ederek bu rehavetin üstesinden gelebiliriz. Hiç ümitsiz olmayalım. Kendimizden emin olalım. Nefsin hiçbir tembelliğine kulak asmayarak ve haklılık da vermeyerek alarm çaldığında yorganı tepelim. Kalkalım ve Allah emrini yerine getirelim. Nefsin hiçbir bahanesini dinlemeyelim.

Israrcı olursak, işin peşini bırakmazsak, şeytanımızdan gelen ibadet karşıtı taleplere kulaklarımızı sıkı sıkıya kapatırsak, nefsimizin ve şeytanın şerrinden her vakit Allah’a sığınırsak, İnşallah bu vartayı Allah’ın izniyle, yardımıyla, rahmetiyle, tevfîk ve hidayetiyle aşabilir ve Allah’a kul olabiliriz.

Allah, cümlemizi yalnız kendine kul olmayı başaran kullarından eylesin. Âmin.

İNSANIN, NEFSİNİ KEŞFETMESİ

Nefis, insanın aşılanmamış şekli. Bu bakımdan her insan nefs-i emmare ile yani kötülüğü emreden bir yapı ile dünyaya gelir, meyve vermez, bir şeyler verirse onlar da zehir, diken, püskül vesairedir. Eğer din gönderilmeseydi insandan daha korkunç canavar olamazdı, zaten dinden uzaklaşanlar da felaketimiz olmuştur, mahkeme dosyaları buna şahit!

İnsan din ile aşılanırsa, meyve vermeyen dallar kesilecek, ibadet filizi yuvasına yerleştirilecek. Aşı tutarsa insan nefs-i levvameye geçer, işlediği günahlar sebebiyle kendini kınamaya başlar.

_ Neden öyle söyledim?

_ Neden bu hareketi yaptım?

_ Neden dinimi bilmiyorum?

Bu nedenler ona insanlığını hatırlatır; çünkü insandan başka hiçbir mahlukta pişmanlık duygusu yoktur; pişmanlıktan haberdar olmayan, insanlıktan da haberdar değildir.

Nefs-i levvame, şuurlu Müslümanlık'a atılan ilk adım olduğundan çok önemlidir.

"Suç bende!" diyecek insanlara, su gibi, hava gibi ihtiyacımız var.

Ehl-i tarik; emmare, levvame, mülheme, mutmaine, raziye, mardiye diye nefsi yedi kademede ele almışsa da insan, levvame basamağından İslâm sarayına girer, mutmaine makamında velayet koltuğuna oturur, kimisi oturduğu yeri bilir, kimisi de bilmez. Bunların halleri makamlarını ilan eder amma, çoğu zahiren virane gibidir. Onları tanımak için göz yetmez, basiret de lazım.

Nefs-i mutmaine'de mü'min, Allah'ın sıfatlarından, hakimiyetinden, icraatından, Nebi'sinden, dininden emindir, tereddüdü olmaz. Kâinat nizamı içinde dinî nizamı bilir, bunlara hayatını uydurmaya çalışır.

Allah'a itaate, sünnet-i seniyyeye doymayan bir hali vardır, bu sebeple riyazatı tercih eder.

Mânen beslenmeyenin riyazatı ve uzleti, tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Nefs-i raziye'de istekler iyice azalır. İnsanlardan bir şey istemezken, ümidi, emeli tükenir. Allah'tan da bir şeyler istemez, sadece ve sadece Allah'ın rızasına talip olur. Bu makamdaki insanı başkaları anlayamaz. "Ne garip kimse" derler, onu hayatını taklit edilmez zannedip, istisnai insan sınıfına katarlar. Günümüzde bunlara pasif diyenler de çıkar. Güneş, toprak, çekirdek çok pasif görünür; fakat aktiflerin bütünü onların sebebiyledir.

Nefsin kademeleri, bir tarikata has bir şey değildir. Her ehl-i tarik bu kademelerde ilerlerken, her mü'min de aynı yolu takip edebilir.

Kendisiyle değil, başka şeylerle meşgul olanlar, insanı da insaniyeti de keşfedemez, dünya ve ahireti tehlikeye düşürebilir. İnsan kendini keşfetmeli ki şuurlu Müslüman olsun. Bilindiği gibi nefs-i levvameye ayak atan, şuurlu Müslüman sınıfına girebilir. Bu makamda insan, hatalarını, noksanlarını görür, pişmanlık duyar, kendi kendini kınar, ayıplar.

İnsanın kendisiyle meşgul olması çok önemli. İslâmî ilimler elde edilecek, bunları bir mihenk gibi kullanıp, insan kendi kendini tartacak, ölçecek... Terazi kendini tartmaz amma insan bunu yapabilir. Göz kendini görmez, basiret görür, insan kendini hesaba çekebilir. Gerçi günahı görecek mikroskoplar icat edilmedi; amma nefs-i emmareye gelen bunları başarabilir.

HEKİMOĞLU İSMAİL 31 Mart 2007

1- ÖNLEM ALMAK:

Ruhsal sağlığa dikkat etmek, günah ve çirkin ahlâka karşı tedbir almak nefsi tezkiye ve ıslah etmenin en iyi ve en kolay merhalelerindendir. Nefis henüz günaha bulaşmamışken sefa ve fıtrî nuraniyete sahip olup iyi işleri yapmak, güzel ahlâka sahip olmak için daha fazla hazırlığı vardır. Bu durumda nefis henüz kararmamış, şeytan oraya ulaşamamış ve şahıs kötülüklere alışmamıştır. Dolay’sıyla günahı terketmek için daha hazırlıklıdır.

Yeni yetişmiş gençler kendi nefislerini yetiştirmeye, günahtan ve ahlâkî rezaletlerden sakınmaya karar verirlerse; bu onlar için belli bir yere kadar kolaydır. Zira önlem almışlardır. Önlem almak ise alışkanlığı terketmekten çok daha kolaydır. Binaenaleyh, yetkinlik, gençlik ve hatta çocukluk devreleri nefsi tezkiye ve ıslah etmek için en iyi devrelerdir ve yine insan özel bir günaha bulaşmadıkça günahı terketmeye daha hazırlıklıdır.

Binaenaleyh, yeni yetkinler, gençler ve henüz bazı günahlara bulaşmayan kimseler bu önemli fırsatı değerlendirmeli, ilk baştan günaha bulaşmamaya, nefislerini temiz ve pak tutmaya gayret göstermelidirler; zira önlem almak, günahı terketmekten daha kolaydır. Şu noktayı da hatırlatalım ki, eğer günaha bulaşır ve çirkin ahlâkın temelini atacak olurlarsa şeytanın kendi nefislerine girmesine müsade etmiş olurlar, ondan sonra da günahı terketmek onlar için çok zor olur.

Şeytan ve nefs-i emmare bir iki kere günah işlemeyi küçük ve ehemmiyetsiz göstermeye ve bu vasıtayla nefse nüfuz etmek için yol bulmaya ve nefsi günah işlemeye alıştırmaya çalışırlar. Bu durumda alışkanlığı terketmek çok zordur. Dolayısıyla, kendi saadet ve mutluluğunu düşünen kimse, nefsanî istekler karşısında ciddi bir şekilde mukavemet etmeli ve hatta bir kere için bile olsa günah işlemekten sakınmalıdır.

Hz. Ali şöyle buyuruyor: “Nefsinin hiç bir çirkin söz ve amele bulaşmasına müsade etme.”[1]

Başka bir yerde ise şöyle buyuruyor: “Nefsanî istek ve arzuların güçlenmeden onu mağlub et; zira eğer o güçlenirse seni kendine esir eder ve istediği her tarafa çeker işte o zaman onun karşısında direnemezsin.”[2]

Yine O Hazret' ten şöyle nakledilmektedir: “Alışkanlık sulta kuran bir düşmandır.”[3]

Ve yine: “Alışkanlık insan için ikinci bir huydur” buyurmuşlardır.[4]

Diğer bir hadiste ise Hz. Ali’den (a.s) şöyle naklediliyor: “Düşmanın düşmana galip geldiği gibi heveslerine galip gel ve düşmanın düşmanıyla savaştığı gibi onunla savaş; zira nefsini ancak bu vasıtayla dizginleyebilirsin.”[5]

Yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Günahı terketmek tövbe etmekten daha kolaydır. Çoğu zaman bir saat şehvet gütmek uzun bir zaman üzüntü ve pişmanlığa sebep olur. Ölüm, dünyanın rezaletlerinin aşikâr olmasına sebep olur ve akıllı kimseler için hoş değildir.”[6]

İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu naklediliyor: “Ruhun bedeninden ayrılmadan nefsini onun için zararlı olan şeylerden sakındır; hayat gereçlerini temin etmek için çalıştığın gibi, nefsini özgür etmek için de çalış. Doğrusu nefsin amellerinin tutsağıdır.”[7]

Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsi de istek ve tutkulardan sakındırırsa, artık şüphesiz Cennet, (onun için) bir barınma yeridir.”[8]

Velhasıl, önlem en iyi ve en kolay yoldur. İnsan tedbirli olmak için her ne kadar çalışıp çaba harcarsa yerindedir. Hayatının ilk başından beri nefs-i emmaresini dizginleyen, onun günah işlemesine müsade etmeyen, kurb ve Allah’a yakınlık makamına erişmek için O’na doğru seyr ve sülûk yolunda öylece pak ve temiz olarak hareket eden gençlere ne mutlu!

2- Birdenbire terketmek:

Önlem merhalesinden geçmiş ve nefıs günaha bulaşmışsa sıra temizlemeye gelir. Temizlemeye bir kaç yolla başlanabilir. Bunlardan en iyisi iç devrim, ani ve bütünsel terktir. Günah ve ahlâkî rezaletlere bulaşan bir insan, bir an içinde Allah’a tövbe ederek kalbini günah ve pisliklerden yıkayıp tertemiz edebilir. Kesin bir kararla şeytanları kalbinden çıkararak kalbinin kapılarını her zaman için onların yüzüne kapayıp kalp evini Allah’ın yakın meleklerinin inmesi ve ilâhî nurların parlaması için açabilir. Anî bir atakla şeytan ve nefs-i emmareyi mağlub edip, nefsinin dizginini her zaman için sımsıkı bir şekilde eline geçirebilir. Nice insanlar bu vasıtayla nefislerine galip gelmiş, onu temizleyip anî olarak tezkiye etmeye muvaffak olmuş ve hayatlarının sonuna kadar ahitlerine sadık kalmışlardır. Bu devrim, bazen bir vaiz ve ahlâk hocasının kısa bir cümlesiyle, ilahi bir mürşitin işaretiyle, olağanüstü bir olayın vuku bulmasıyla, bir dua merasimine katılmakla, bir ayet ve hadisi duymakla veya sadece bir kaç dakika düşünmekle oluşur insanda.

Bazen küçük bir olay bir kıvılcım gibi kalbi değiştirip aydınlatıverir. Bu vasıtayla nice insanlar, nefsini temizlemeye muvaffak olmuş ve saliklerin yolunda yer almışlardır. Örnek olarak, aşağıdaki hikayeye dikkat ediniz:

Allah’ın has kullarından ve zamanın zahitlerinden biri olan “Bişr-u Hafi” hakkında şöyle yazmışlardır: “Bişr, önceleri yukarı tabakadan birinin çocuğu olup gece gündüz ayyaşlık ve kötü işlerle uğraşıyordu. Evi fesad, eğlence, zevk ve sefa yeriydi; çalgı ve eğlence sesleri dışardan duyulmaktaydı. Ancak daha sonra tövbe edip değişerek zahitler ve Allah kullarının safına girdi.

Bişr’in tövbesi şöyle olmuştur:

Bir gün Bişr' in cariyesi çöpleri boşaltmak için kapıya çıktığında o sırada Musa b. Cafer (İmam Musa Kazım -a.s- o evin önünden geçiyordu, çalgı ve oynama sesilerini duyunca cariyeye: “Bu evin sahibi hür mü, yoksa köle mi?” diye sordular.

Cariye: “Elbette ki hürdür” cevabını verdi.

Bunun üzerine Hazret: “Belli...” buyurdular. “Dediğin doğru... Zira eğer köle olsaydı sahibinden korkar ve günah işlemekte bu kadar küstah olmazdı”.

Cariye içeri girdi, içki sofrasına oturmuş olan Bişr, “Niçin geciktin?” diye sorunca cariye olup bitenleri anlattı.

Bişr: “O adam sonunda ne dedi?” diye sordu;

Cariye: “O adam son olarak şöyle dedi: Belli... Dediğin doğru sahibi hür olmasaydı (kendini Allah’ın kulu bilseydi) sahibinden korkar ve günah işlemekte bu kadar küstah olmazdı.”

İmam Musa Kâzım’ın (a.s) bu kısa sözü ok gibi Bişr' in kalbine saplandı ve ateş kıvılcımı gibi onun kalbini nurladırıp değiştirdi. İçki sofrasını terkederek sözün sahibine yetişebilmek için yalınayak dışarı çıktı. Koşar adımlarla İmam Musa b. Cafer’e (a.s) ulaştı ve şöyle arzetti:

“Efendim! Allah’tan mağfiret ve senden özür dilerim. Evet, ben Allah’ın kuluydum ve şimdi de O’nun kuluyum; ancak bunu unutmuştum, dolayısıyla böyle küstahça günah işliyordum. Şimdi O’nun kulu ve kölesi olduğumun farkına vardım ve geçmiş amellerimden tövbe ediyorum. Acaba tövbem makbul olur mu?” Hazret: “Evet; Allah tövbeni kabul eder. Günah işlemekten vazgeç ve her zaman için günahtan uzak dur.” buyurdular. Bişr tövbe ederek zahitlerin, abidlerin ve evliyaullahın safında yer aldı ve bu nimete şükretmek için ömrünün sonuna kadar ayakkabı giymedi”[9]

Ebu Basir der ki: “Zalim bir padişahın yardımcılarından birisi bizimle komşuydu. Haram yolla çok miktarda mal toplamıştı; evi fesat, işret, çalıp oynama, oyun ve eğlence yeriydi. Ben onunla komşu olduğum için azap çekiyordum.

Ancak başka çarem de yoktu, ona katlanmak zorundaydım. Defalarca nasihat ettim, ancak bir faydası olmadı. Nihayet bir gün bu konuda çok ısrar ettiğimde bana dedi ki:

“Ben şeytanın tutsağı oldum. Eğlenceye ve günah işlemeye alıştım ve bu alışkanlığımı terkedemiyorum. Hastayım, ancak kendimi tedavi edemiyorum. Sen benim için iyi bir komşusun; ben ise senin için kötü bir komşu. Ne yapayım, ben nefsimin tutsağıyım ve bir kurtuluş yolu da bulamıyorum. İmam Sadık’ın (a.s) hazuruna gidince benim halimi de O Hazret' e anlatıver; belki bana bir kurtuluş yolu gösterir.”

Ben o adamın sözlerine çok üzüldüm. Biraz sabrettim bir süre sonra İmam Sadık’ı (a.s) ziyaret etmek için Kufe’den Medine’ye doğru yola çıktım. Medine' ye ulaştıktan sonra İmam’ın huzuruna gidince komşumun durumunu ve sözlerini Hazret' e anlattım. Bunun üzerine: “Kufe’ye dönünce o adam seni görmeye gelecek. O zaman ona de ki, Cafer b. Muhammed (a.s) dedi ki içinde bulunduğun durumdan çık (günahlardan elçek) ben Cennet' i sana tazmin edeyim.” diye buyurdu.

Ben (Medine’de) işlerimi bitirince Kufe’ye geri döndüm. Halk beni görmeye geliyordu. Bu arada komşumuzdan adam da beni görmeye geldi. Hal hatır sorduktan sonra çıkıp gitmek istediğinde “sabret; seninle işim var” diye işaret ettim. Ortalık sakinleşince ona dedim ki:

“Senin durumunu İmam Sadık’a (a.s) anlattım. O hazret; "kufe’ye dönünce benim selamımı ona ilet ve de ki: “İçinde bulunduğun durumdan çık, günahlardan el çek; ben Cennet' i sana tazmin edeyim.” dedi.

İmam’ın bu kısa mesajı o adamı öyle etkiledi ki, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Daha sonra bana dedi ki:

“Allah aşkına Cafer b. Muhammed böyle mi dedi?”

Ben bu mesajın İmam’ın sözlerinin tıpkısı olduğuna dair yemin ettim. Bunun üzerine: “Bu söz bana yeter” dedi ve evden dışarı çıktı. Bir kaç gün ondan haber alamadım. Bir gün bana haber göndererek bir işi olduğunu ve yanına gitmemi istedi. Davetini kabul ederek evine gittiğimde kapının ardından bana hitab ederek: dedi ki: “Ey Ebu Basir! Haram yolla elde ettiğim bütün malları sahiplerine geri çevirdim. Hatta elbiselerimi bile verdim ve şimdi ise kapının arkasında çıplak bir vaziyetteyim. Ey Ebu Basir! Ben imam Sadık’ın (a.s) buyruğuna amel ettim ve bütün günahlardan el çektim.” dedi.

Bunun üzerine ben komşumun tövbe edip değişmesine çok sevindim ve İmam’ın sözünün etkisine hayret ettim. Eve dönerek bir miktar yiyecek ve elbise hazırlayarak ona götürdüm. Bir süre sonra yine beni istedi; evine gittim ve onun hasta yatağında yattığını gördüm. Hastalığı biraz uzun sürdü.,

Ben devamlı onu ziyaret ederek hatırını soruyordum; ancak tedavilerin bir faydası olmadı. Nihayet bir gün durumu çok kötüleşti ve komaya girdi. Yanıbaşında oturmuştum. Can çekişiyordu. Birden kendine gelerek: “Ey Ebu Basir! İmam Cafer Sadık (a.s) sözünde durdu.” dedi ve gözlerini yumdu.

Bir süre sonra hac ziyaretine gittiğimde İmam Cafer Sadık’ın (a.s) huzuruna vardım. İçeriye henüz adım atmıştım ki İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:

“Ey Ebu Basir! Ben, komşuna verdiğim sözde durdum, sözümü tuttum, kendisine ve tazmin ettiğimiz Cennet' i ona verdik.”[10]

Kati bir kararla ve cesaretli bir hareketle nefs-i emmaresini mağlub edip, dizginini eline alan ve içinde yaptığı bir devrimle onu tezkiye ederek bütün kötülüklerden temizleyen böyle kişiler, öteden beri varolagelmiş ve günümüzde de vardırlar. Demek ki bu yolda hareket etmek bizim için de imkansız değildir.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Alışkanlığı terketmek için nefsinize galip gelin ve nefsanî heveslerinizle savaşın ki ona hakim olabilesiniz.”[11]

Yine Hazret şöyle buyurmakta: “İbadetlerin en üstünü alışkanlıklara galip gelmektir.”[12]

İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü üç göz dışında bütün gözler ağlar olur: Birincisi geceleri Allah yolunda uyanık kalarak sabahlayan göz, ikincisi Allah’ın korkusundan ağlayan göz, üçüncüsü ise Allah’ın haram kıldığı şeylere bakmayan gözdür.”[13]

İmam Sadık’dan (a.s) şöyle nakledilmekte: “Allahu Teâlâ Hz. Musa’ya (a.s) vahyederek şöyle buyurdu: "Ey Musa! Bana yakın olmak isteyen mukarribler haram kıldığım şeylerden kaçınmak kadar hiç bir şeyin vasıtasıyla yakın olamazlar. Doğrusu onları Adn cennetlerine götürürüm, hiç kimseyi (Cennet' e girmekte) onlarla ortak etmem. (cennete bırakmam)”[14]

Nefs-i emmareyi dizginlemek ve günahı terketmenin kolay bir şey olmadığını elbette ki kabul ediyoruz. Ancak bilinçli davranarak, düşünerek, ileriyi görerek, azim ve iradeyle yapılacak olursa o kadar da zor değildir. Zira bu durumda mutlaka ilâhî destekler de ulaşacaktır: “Bizim uğrumuzda cihat edenlere, biz şüphesiz yollarımıza iletiriz.”[15]

3- Tedrici Terk:

Eğer bir anda bütün günahları terkedecek güç ve azimi kendimizde bulamazsak, ilk önce denemek için bir veya bir kaç günahı terk etmekle başlamalıyız ve onları terk etmek konusunda nefsimize galip gelip, onların kökünü tamamen kurutuncaya kadar bu işe devam etmeliyiz. Daha sonra diğer bir veya bir kaç günahı ele alıp aynı ameli onların üzerinde de uygulamalı ve nihai zafere ulaşıncaya kadar bunu devam ettirmeliyiz ve bir taraftan da terk ettiğimiz günahları tekrarlamamaya dikkat etmeliyiz. Bellidir ki, terk ettiğimiz günah miktarınca şeytan zayıf düşer ve tam aksine bizim ise günahı terk etme ve nefsi arındırma gücümüz artar.

Nefisten temizlenen her günahın yerini bir melek dolduruverir ve günah işleme sonucu kapte oluşan siyah noktaların her birinin tövbe vasıtasıyla temizlenmesiyle o miktarda çıkan günahın her siyah noktasınca da onun yerine kalbin beyazlık ve nuru çoğalır.

Nefsi kamilen arındırıp, son zafere ulaşıp nefsanî istekleri tamamen dizginleyinceye kadar günahları terk etmeye böylece devam etmeliyiz. Bu arada bütün günahları aniden terkedecek bir seviyeye ulaşabiliriz. Bu durumda bu değerli fırsattan yararlanarak bir anda bütün günahları terketmeli, şeytanı kovarak nefs-i emmareyi dizginlemeli ve kalp evini sadece Allah’a ve onun yakın meleklerine mahsus kılmalıyız. Bu konuda çaba gösterecek olursak kesinlikle muvaffak oluruz. Nefisle savaşmak tıpkı düşmanla savaşmak gibidir.

Mücahit bir kimse her zaman düşmanı gözetmeli, kendi gücünü düşmanın gücüyle mukayese etmeli, kendi gücünü çoğaltmalı, fırsatları değerlendirerek mümkün olan her yolla düşmana saldırmalı ve düşman ordusunu yok etmeli veya nefs ülkesinden kovmalıdır.

NEFSİ ARINDIRMAYA YARDIMCI OLAN ŞEYLER

1. TEFEKKÜR:

Nefsi arındırmaya engel olan önemli etkenlerden biri gaflettir. Eğer gece-gündüz dünya hayatıyla uğraşıyorsak, eğer ölümü hatırlamaktan kaçıyorsak, bir saat bile ölümü düşünmeye razı olmuyorsak ve tesadüfen aklımızdan geçse hemen onu düşünmemeye çalışıyorsak, eğer çirkin ahlâkın tehlikeli belirtilerinden gafilsek, eğer günahların cezasını ve uhrevî azapları düşünmüyorsak ve nihayet eğer Mead' a (Ahiret’e) iman, nefsimizin derinliklerine işlemeyip sadece zihinde olan bir anlamdan öteye geçmiyorsa böyle bir gafletle nefsimizi temizleyip, arındırmaya nasıl karar verebiliriz ve istekleri çerçevesinde nefsi nasıl kontrol edip dizginleyebiliriz?! Nefsi emmareyle bu kadar kolay savaşabilir miyiz? Bizzat gaflet, nefsanî hastalıklardan biri olduğu gibi bir çok hastalıkların da kaynağıdır.

Bu derdin dermanı ise düşünmek, ileri görüşlü olmak ve iman gücünü kuvvetlendirmektir. İnsan, devamlı nefsini kontrol etmeli, ölümü hiçbir zaman unutmamalıdır. Nefsanî hastalıkların kötü sonuçlarını, günahların cezasını ve Cehennem’in zor azaplarını düşünmeli, Kıyamet’teki hesap ve kitabı hiçbir zaman aklından çıkarmamalıdır. Bu durumda nefsini arındırmak için hazır olur. Kesin karar alarak kendi nefsini çirkin ahlâk ve günahlardan temizleyebilir.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Her kim devamlı düşünmek vasıtasıyla kalbini bayındır edecek olursa zahirde ve batında amelleri iyi olur."[16]

2. CEZALANDIRMAK:

Nefsimizi arındırmaya ve günahı terketmeye muvaffak olmak için cezalandırma metodundan yararlanabiliriz. İlk önce nefsimizi tehdid ederek ona hitaben; "ben günahları terketmeye karar verdim, eğer bu konuda benimle işbirliği yapmaz da günah işlersen falan şekilde cezalandırırım seni.

Mesala eğer gıybet edecek olursan bir gün oruç tutacağım veya bir hafta boyunca zaruret dışında konuşmayacağım veya falan miktar para sadaka vereceğim veya bir gün su içmeyeceğim veya seni bir öğün yemekten mahrum edeceğim veya Cehennem ateşini unutmaman için yazın kızgın güneşinin altında duracağım..." ve buna benzer diğer cezalar.

Sonra gıybet etmemesi için nefsimizi sıkı bir şekilde kontrol edip kollamalıyız. Eğer bir daha gıybet edecek olursa ihmal etmeden, yumuşaklık göstermeden kati bir şekilde, karşısında durmalı vaadini verdiğimiz cezayla cezalandırmalıyız. Nefs-i emmare bizim günahı terketmeğe kararlı olduğumuzu ve hiç yumuşaklık göstermeden onu cezalandıracağımızı görünce meşru olan isteklerimiz karşısında teslim olur.

Bir süre göz yummaksızın bu programa devam edecek olursak şeytanın nüfuz yollarını kapatıp nefs-i emmareyi tamamen dizginleyebiliriz. Ancak kesin karar alıp en küçük bir yumuşaklık göstermeden, serkeş nefsi cezalandırmamız şarttır. Şu nokta insanı hayrete düşürüyor: Dünya işlerinde küçük hatalar işleyen kimseleri cezalandırıyor, ancak nefsimizi arındırıp temizlemek için bu yola başvurmuyoruz; oysa bizim uhrevî saadet ve kurtuluşumuz buna bağlıdır!! Allah' ın liyakatli kullarından bir çoğu da bu vasıtayla nefislerini arındırıp temizlemeye ve onu dizginlemeye muvaffak olmuşlardır.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Açlık, nefsi tutsak etmek ve alışkanlıkları bırakmak için iyi bir yardımcıdır."[17]

Yine Hz. Ali (a.s): "Her kim nefsine riyazet vermeye, (eğitip kontrol etmeye) devam ederse fayda görür."[18]

Ashab’tan biri der ki: Yazın çok sıcak günlerinin birinde Resulullah (s.a.v) bir ağacın gölgesinde oturmuşlardı. O sırada adamın biri gelerek elbiselerini çıkardı ve kızgın kumların üstüne uzanarak yuvarlanmaya başladı. Kızgın kumlar vasıtasıyla bazen sırtını yakıyor, bazan karnını bazen de yüzünü yakarak diyordu ki: Ey nefs-i emmare bu kumların sıcaklığını tadıver ve bil ki Cehennem ateşi bunlardan çok daha sıcak ve yakıcıdır.

Resulullah (s.a.v) bu manzarayı dikkatle seyrediyordu. Adam kalkıp gitmek için elbiselerini giyince Resulullah (s.a.v) “Buraya gel” diye işaret etti. Adam Resulullah' ın (s.a.v) davetini kabul ederek Hazret’in yanına geldi. Resulullah (s.a.v) ona: "Başkalarının yapmadığı bir takım hareketler yaptığını gördüm; bu hareketlerden amacın nedir?" diye sordu. Adam Resulullah' a (s.a.v) şöyle cevap verdi: "Ey Allah' ın Resulü! Allah' tan korkum beni bu işe zorladı. Bu işi yaparak nefsime diyordum ki: Bu sıcaklığı tadıver ve bil ki Cehennem ateşi bundan daha sıcak ve yakıcıdır." dedi.

Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v): "Gerçekten Allah' tan korkmuşsun; Allahu Teâlâ senin bu amelinle gök yüzündeki meleklere övündü." buyurdu ve daha sonra ashabına dönerek şöyle devam etti: "Bu adama yaklaşın ve ondan sizin hakkınızda dua etmesini isteyin." Ashab yaklaşarak o adamdan kendi haklarında dua etmesini istediler. Adam da ellerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dua etti: "Allah' ım! İşlerimizi hidayet üzerine topla, azığımızı takva ve geleceğimizi de Cennet kıl"[19]

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Nefsinizi terbiye edin ve onu alışkanlıkların şiddetinden alıkoyun."[20]

İmam Sadık (a.s) bir hadiste söyle buyurmakta: "Allah ile kulu arasında nefisden ve nefsin isteklerinden daha karanlık ve daha vahşetli, daha korkunç bir hicab (örtü ve perde) yoktur; onları öldürmek ve bertaraf etmek için de Allah’a muhtaç olma duygusu, O' nun karşısında huzu ve huşu etmek, gündüzleri açlık ve susuzluk, geceleri de (teheccüd ve ibadet için) uyanık kalmaktan daha iyi bir silah yoktur. İnsan bu halde ölürse, şehittir ve eğer (ölmez de) sağ kalırsa en büyük rızvana nail olur.

Allahu Teâlâ Kur' an-ı Kerim' de şöyle buyurmuştur: "Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı görteririz."[21]

3. ZATIN KERAMETİNE DIKKAT ETMEK

Daha önce de dediğimiz gibi insanın nefsi, hayat âleminden, ilimden, kemalden, cemalden, rahmetten, ihsandan ve feyzden oluşan ve yaratılış itibariyle bütün bunlarla uyum içerisinde olan değerli bir cevherdir. Dolayısıyla eğer kendinin yüce makamının ve varlığının değerinin farkına varacak olursa, ahlakî rezaletleri ve günah işlemeyi kendine yakıştırmaz ve tabii olarak onlardan nefret eder. İnsan olduğunu ve insanın yüksek bir âlemden inen ilâhî bir nefha (üfürülüş) olduğunu anlarsa hayvanî şehvet ve istekler onun gözünde değerini kaybeder ve ahlâkî değerlere yönelir.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Her kim kendi nefsini ağırlarsa, şehvetler onun gözünde küçük ve değersiz olur."[22]

İmam Seccad' a (Zeyn-ül Abidin' e) (a.s): "Halkın en değerlisi ve en üstünü kimdir?" diye sorulunca Hazret: "Dünyaya değer vermeyen kimsedir." buyurdular.[23]

İnsanın ruhunun kerametine teveccüh etmek ve onun varlığının değerinin ve yüce makamının fakında olmak, nefsi rezaletler ve günahlardan temizlemede bize yardımcı olabilir. Nefsimize hitab ederek şöyle demeliyiz: "Sen kutlu, ilim, hayat, kemal, feyiz, ihsan ve rahmet âlemindensin; sen halifetullahsın, sen insansın, ebedi Ahiret hayatı ve Allah' a yaklaşmak için yaratılmışsın, sen hayvandan üstünsün, senin varlığın hayvanî heveslere uymakla değer kazanmaz".

Bu durumda nefsi arındırmak ve günahları terketmek bizim için kolay olur. Yine nefsi her türlü rezaletlerden arındırmak için kötü sıfatın tedricen giderilmesi güzel safatın onların yerine geçmesi ve tedricen adet ve ikinci bir alışkanlık halini alması için onunla zıt olup çelişen sıfatı kuvetlendirmek ve eğitmek gerekir. Örneğin: Eğer birini kıskanıyorsak, onun nimet içerisinde olmasından rahatsız oluyorsak, çekiştirme, eziyet, iş bozanlık, hakaret ve önemsenemezlikle içimizdeki ukdeyi tatmin ediyorsak onu övemeye, methetmeye, ona sayı göstermeye, ihsandan bulunmaya, yardımlaşmaya ve ona karşı hayırsever olmaya çalışmalıyız.

Davranışlarımız kıskançlığın gereçlerinin aksine olunca tedricen bu çirkin sıfat bertaraf olur ve onun yerini hayır sevenlik sıfatı alıverir.

Eğer cimrilik hastalığına tutulmuşsak bu çirkin sıfatın tedricen bertaraf olması, infak, bağış ve ihsanda bulunmaya alışması için servet ve malımızı meşru ve gerekli olan yerlerde harcamayı nefsimize tahmil etmeliyiz.

Farz olan ilâhî hukuku (humus, zekat vs.) vermekte cimrilik ediyorsak nefsin karşısında ciddi bir şekilde durmalı ve vesveselerini dinlemeyip farz olan mali hukuku vermeliyiz. Eğer kendi hayatımız ve ailemiz için malımızı harcamaktan kaçınıyorsak tedricen alışması için malımızı harcamayı nefsimize tahmil etmeliyiz. Eğer cimrilik yüzünden hayır işlere katkıda bulunamıyorsak tedricen böyle işlere alışkanlık kazanmak için mümkün olan her yolla malımızın bir miktarını Allah yolunda ve yoksullara yardım etmek için harcamalıyız.

Elbette bu hareket başlangıçta biraz zor olabilir, ancak eğer mukavemet edilir de karşısında direnilirse tedricen kolaylaşacaktır. Genel olarak nefsi arındırmak ve çirkin ahlâkla savaşmak için iki işi yapmalıyız: Birincisi tedricen kökünü kurutmak için, o çirkin istek ve heveslere olumlu cevap vermemeliyiz. İkincisi onun karşısında yer alan güzel sıfatlara, tedricen alışması ve onların sabit bir meleke ve haslet halini alarak rezaletin kökünü kazıması için o sıfatları kuvvetlendirmeli ve nefsimizi onlara uygun amellere zorlamalıyız.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır. "Kendi nefsini faziletlere ve güzel işlere zorla. Zira rezaletler senin zatının batınında yerleştirilmişlerdir."[24]

Yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Kendi nefsini güzel işler yapmaya ve zararı ödemenin yükünün ağırlığına alıştır ki nefsin şeref kazansın; ahretin bayındır olsun ve seni övenler çok olsun."[25]

Başka bir yerde de buyuruyor ki: "Nefsanî şehvetler öldürücü hastalıklardır; onların en iyi dermanı ise sabır ve onlardan sakınmayı seçmektir."[26]

4. KÖTÜ ARKADAŞLARLA MUAŞERETİ TERK ETMEK:

İnsan olaylardan etkilenen taklitçi bir varlıktır. Bir çok sıfatlarını adap ve davranışlarını kendileriyle ilişkisi olduğu diğer insanlardan alır ve gerçekte onlarla bir renkte olur. Bilhassa yakın arkadaşları ve düşüp kalktığı kimselerden daha fazla etkilenir. Ahlaksız kimselerle arkadaşlık etmek, insanı fesat ve ahlaksızlığa sürükler. Salih ve güzel ahlaklı kimselerle arkadaşlık etmek ise insanı salâh ve iyiliğe davet eder.

Kendini diğerlerine benzetme isteği insanın özelliklerindendir. Düşüp kalktığı kimseler ahlâksız ve günahkâr olurlarsa o da çirkin ahlak ve günaha alışkanlık kazanır. Sadece onların çirkinliğini idrak edememekle kalmayıp çoğu zaman bu çirkin davranışlar onun gözünde güzel de görünür. Tam Aksine muaşeret ettiği kimseler güzel ahlâklı ve Salih kimseler olurlarsa ahlâkî değerlerle ve güzel davranışlarla ünsiyet bulur ve kendini onlara benzetmek ister. Bu bakımdan iyi arkadaş Allah' ın büyük nimetlerinden biri olup insanın terakkisi ve saadeti için önemli bir etken sayılır; kötü arkadaş da tam aksine insanın uğrusuz giriftarlıklara tutulmasına, onun bedbahtlığına ve sapmasına sebep olur.

Arkadaş seçmek küçük ve önemsiz bir şey sayılamaz; zira bu çok önemli ve hayatî bir konudur.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Müslüman olan kimse fasık ve günahkâr kimseyle arkadaş, olmamalıdır. Zira günahkâr arkadaş insanın çirkin işlerini onun gözünde güzel gösterir ve arkadaşlarının da kendisi gibi fasık olmalarını ister. Kötü arkadaş, ne dünya işlerinde insana yardımcı olur ve ne de Ahiret işlerinde. Onunla muaşeret etmek insanın haysiyetinin beş paralık olmasına sebep olur."[27]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Müslümana fasık, ahmak ve yalancı kimselerle arkadaşlık etmek yakışmaz."[28]

Resulullah (s.a.v) buyurmuşlardır ki: "İnsan, arkadaşının ve düşüp kalktığı kimsenin dininde olur."[29]

Hz. Ali' den (a.s) diğer bir yerde şöyle naklediliyor: "Fasık kimselerle arkadaşlık etmekten ciddi bir şekilde kaçınınız, zira şer şerre kavuşur."[30]

Ve yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Kötü kimselerle muaşeret emekten kaçınınız, zira kötü arkadaş bir ateş gibidir; ona yaklaşan herkesi yakar."[31]

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) başka bir yerde de buyuruyor ki: "Kötü arkadaşla düşüp kalkmaktan gerçekten sakınınız, çünkü kötü arkadaş kendisiyle düşüp kalkan kimseyi helakete iter ve onun haysiyetini beş paralık eder."[32]

Binaenaleyh nefsini arındırmak isteyen bir kimsenin kötü arkadaşları varsa, ahlaksız kimselerle düşüp kalkıyorsa kesinlikle onlarla muaşeret etmemelidir; zira ahlaksız kimselerle arkadaşlık edildiği müddetçe günahı terketmek çok zordur. Nefsini arındırmakta kötü arkadaşlar insanın iradesini gevşetip onu günah ve fesada çekerler. Günah işlemek bir alışkanlıktır.

Bu alışkanlık ise sadece günah islemeye alışkanlık kazanan diğer kimselerle muaşeret etmemekle ve onlarla ilişkiyi kesmekle terkedilebilir ancak.

5. HATALI OLUŞU MÜHTEMEL İŞLERDEN UZAK DURMAK:

Nefsi temizlemek ve günahı terketmek, o da her zaman için kolay bir şey olmayıp bilakis oldukça zor bir şeydir. İnsan devamlı sarsılma ve günah işlemekle karşı karşıyadır; tabii olarak nefs-i emmare onu kötülüklere davet eder. Vücudun komut merkezi olan kalp, devamlı değişim ve evrim halindedir; dışardaki olaylardan etkilenir, içinde olduğu şartlara ve görüp işittiği şeylere göre komut verir. Maneviyat, ibadet ve bağış yerlerinde doğal olarak iyi işlere temayül eder; fesat, sefahet ve günah merkezlerinde de doğal olarak günah işlemeye yönelir.

Manevî sahneleri görerek maneviyata temayül eder, tahrik edici manzaraları görünce tahrik olur. Ayyaşlık meclisinde olursa ayyaşlığa temayül eder; dua meclisine katılırsa Allah' a yönelir. Eğer dünya ehliyle, mal ve mülke tutkun olan kimselerle düşüp kalkarsa hayvanî zevklere doğru cezbedilir. Ve eğer Allah' ın salih kullarıyla muaşeret edecek olursa salâh ve iyiliğe yönelir. Bu bakımdan nefsini arındırmak ve günahı terketmek isteyen kimseler, göz ve kulaklarını tahrik edici fesat, sapıklık ve günah manzaralarından sakındırmalıdırlar.

Böyle meclislere katılmamalı ve böyle kimselerle kaynaşıp, içli dışlı olmamalıdırlar. Aksi takdirde devamlı günah ve hata işlemekle karşı karşıya olurlar. Dolayısıyla İslam, insanı kumar, içki vb. günah ve haram meclislerine katılmaktan nehyetmektedir. Namahreme bakmaktan, mahrem olmayan kadınla sıkı fıkı olmaktan, onunla tokalaşmaktan, gülüşmekten, şakalaşmaktan sakındırmıştır bizleri. Hicabın farz kılınmasının hikmetlerinden birisi de budur. İslam, günahı terketmek ve nefsi arındırmak için bir ortamın hazırlanmasını istemiştir.

Aksi takdirde nefs-i emmareyi kontrol etmek imkansızdır. Çünkü bozuk ortam ister istemez insanı bozar. Hatta günah işleme düşüncesi bile insanı günaha davet edebilir. Dolayısıyla İslam "günah işlemeyi aklınızdan bile geçirmeyin." diye emretmiştir.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Göz, şehveti görünce akıl ilerisini görmekten kör olur."[33]

Başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır: "Günahı düşünmek sizi günaha bulaşmaya teşvik eder."[34]

Nefsi Terbiye Etmenin Yolları Nelerdir? Nefis, bize verilen toy bir at gibidir. Onsuz olmak, yolda kalmak demektir. Nitekim, meleklerde nefis olmadığı için yerlerinde sayarlar, mertebeleri hep sabittir. Ancak mertebelerinden aşağı da inmezler. Fakat insanoğlu kendisine verilen nefis yüzünden insanlıktan aşağı düşebileceği gibi, yine eğitilmiş nefis sayesinde de melekleri de geçebilmektedir. Burada onemli olan nefsin terbiye edilmesidir.

Her şeyden önce nefis, Yaratıcısını tanımalıdır ki, haddini bilsin. Bu tanıma sürekli olmalıdır. Yaratılış gayesini bilmelidir ki, yanlış yollara sapmasız. nereye gideceğini bilmeli, istikametini karıştırmamalı. Bilerek yanlış yaptığı zaman da cezalandırılmalıdır ki, aklı başına gelsin.

Nefsi eğitmek için tarihte bir çok metod uygulanmıştır. Bu asırda Üstadımız daha çok; acz, fark, şükür ve tefekkür metodunu tavsiye etmektedir.

Nefsi Yenmek

NEFSİ YENMEK VE ŞEYTANA KARŞI KOYMAK

Akli basinda olan kimsenin, nefsin azgin arzularini açlikla sindirmesi gerekir. Çünkü Allah'in (C.C.) düsmanmi (nefsin azgin arzularini) ancak açlik gemleyebilir. Nefsin azgin arzulan, yemek ve içmek seytanin vasitalaridir.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) söyle buyurur:

"Seytan, insan vücudunda kan damarlari yolu ile dolasir, Binan-aleyh siz onun dolasim yolunu açtikla daraltiniz. Kiyamet günü, insanlarin Allah (C.C)'a en yakin olani, en uzun müddet aç ve susuz kalanidir."

Insanoglu hesabina en büyük tehlike kaynagi, midenin doyumsuz arzularidir. Hz. Adem (A.S.) ile Havva'nin huzur ve istikrar yurdundan (cennetten) çikarilarak horluk ve yokluk diyarina (dünyaya) gönderilmelerinin sebebi odur.

Bilindigi gibi bir agaç meyvesinden yemek, kendilerine Allah (C.C) tarafindan yasaklandigi halde azgin arzularina yenilerek sözkonusu agacin meyvesinden yediler de çirilçiplak kaliverdiler.

Tahkike göre mide asiri arzularin kaynagidir. Hikmet ehlinden biri der ki, "nefsinin kontrolü altina giren kimse, onun azgin arzularindan hoslanmaya mahkûm olmus, onun yanilmalar zindar.fnda tutuklanmis ve kalbini faydali seylerden mahrum etmis olur. Vücud azalari topragini azgin arzularla sulayanlar, kalblerinde pismanlik agaci dikmis olurlar."

Ulu Allah (C.C.) canlilari üc türlü yaratmistir: Melekleri akilli ve fakat azgin isteksiz yaratmistir. Hayvanlari azgin isteklerle donatmis fakat onlarin yapisina akil katmamistir. Insanoglunu ise akil ve arzulari birarada yapisina katarak yaratmistir. Buna göre aklini azgin arzularinin kontrolüne veren kimse hayvanlardan asagidir, bunun tersine azgin arzularini aklinin kontrolü altinda tutan kimse de meleklerden üstündür.

. Nefsin asin arzulari padisahlari köle yaptigi gibi sabir da köleleri padisahliga yükseltir. Hz. Yusuf (A.S.) sabri sayesinde Misir meliki oldu. Buna karsilik Züleyha, nefsinin azgin arzusu yüzünden. Hz. Yusuf'a (A.S.) karsi duydugu aski gemleyemedigi için zavalli, düskün, yoksul, yasli ve gözlerinden mahrum bir duruma düstü.

Ebul Hasan Errazi'nin (rahimullahu) anlattigina göre, ölümünden iki yil sonra babasini rüyasinda görür, üzerinde katrandan bir elbise vardir. Ona sorar, "babacigim, niye seni cehennemliklerin kiligi içinde görüyorum." Babasi "yavrum, nefsim beni cehenneme sürükledi! Sakin nefsine aldanma" der.

Sairin biri bu konuda söyle der: Basima dört belâ sarildi. Sapikligim ve iradesizligim yüzünden düstüm pençelerine: Seytan, dünya, nefsim ve sonu olmayan arzular. Hepsi de düsmanim, acaba kurtulus nasil? Ihtiras ve kuruntularin karanliginda Nefsimin beni sonu olmayan arzulara çagirdigini görüyorum.

Hatem'ül Asam (rahimullahu) der ki. "nefsim ayakbagim. ümim silâhim günahim hayal kirikligim ve seytan da düsmanimdir. Nefsimin arzusun, hiç bir zaman, uymam."

Ehli marifetten bir zatin söyle, dedigi nakledilir: Cihad üç türlüdür. Birincisi kâfirlerle savasmaktir ki, bu zahiri cihad'dir.

Ulu Allah'in

"Allah yolunda cihad edenler..." (Maide Sûresi. 54) Ayet-i celilesinde , cihadin bu çesidine isaret edilmistir.

Ikinci çesit cihad, ilimle ve inandirici deliller ile batilin taraftarlarina karsi verilen cihaddir.

"En iyi usulle onlara karsi koy" (Nahl Sûresi. 125) Ayet-i kerimesi, bu çesit cihada isaret eder.

Üçüncü çesit cihad, kötülügü emreden nefse karsi verilen cihaddir. Bunun hakkinda Allah söyle buyurur:

"Bizim ugrumuzda cihad edenlere yollarimizi gösteririz" (Ankebut Sûresi. 69) Peygamberimiz (S.A.S.) de bu konuda söyle buyurur:

— "En faziletli cihad. nefse karsi verilen cihaddir."

Nitekim sahabîler (Allah (C.C) onlardan razi olsun) kâfirlere karsi verilen bir savastan dönünce "küçük cihaddan büyük cihada döndük" derlerdi. Nefse, seytana ve azgin isteklere karsi verilen cihada "büyük cihad" ismini vermelerinin sebebi sudur: Nefse ve azgin arzulara karsi verilen cihad araliksizdir, oysa kâfire karsi arasira savas verilir, öte yandan cephe savasçisi düsmanini görür, fakat seytan görünmez, görünür düsmana karsi cihad vermek, görünmez düsmanla cihad etmekten daha kolaydir.

Bir de seytana karsi savasirken onun. senin nefsinde bir destekçisi vardir, bu destekçi nefsin azgin arzularidir, oysa ki kâfirlerle yapilan savasta onlarin senin nefsinde öyle bir yardimcilari yoktur, bu yüzden seytana karsi verilen cihad daha çetindir. Yine savasta kâfir öldürürsen zafer ve ganimet elde edersin, kâfir seni öldürürse sehitlik rütbesi ile cennet kazanirsin. Halbuki seytani öldüremezsin, ama eger o seni öldürecek olursa Allah'in cezasina çarpilirsin.

Nitekim derler ki: "Savasta atini elinden kaçiran kimse düsmanin eiine düser, buna karsilik imanini yitiren kimse Allah'in gazabina ugrar, böyle bir seyden Allah (C.C)'a siginiriz!..."

Diger yandan, kâfirlerin eline esir düsen kimsenin elleri boynuna baglanmaz, ayaklarina pranga vurulmaz, aç ve çiplak birakilmaz. Oysa Allah (C.C)'in öfkesine muhatap olan kimsenin yüzü kara olur. Elleri boynuna kelepçelenir, ayaklan atesten prangalara vurulur, yedigi ates, giydigi ates ve içtigi ates olur.

ETKİNLİKLER
 
www.dostyurdu.com

Türkiye Plakalari


01 ADANA
02 ADIYAMAN
03 AFYON
04 AĞRI
05 AMASYA
06 ANKARA
07 ANTALYA
08 ARTVİN
09 AYDIN
10 BALIKESİR

11 BİLECİK
12 BİNGÖL
13 BİTLİS
14 BOLU
15 BURDUR
16 BURSA
17 ÇANAKKALE
18 ÇANKIRI
19 ÇORUM
20 DENİZLİ

21 DİYARBAKIR
22 EDİRNE
23 ELAZIĞ
24 ERZİNCAN
25 ERZURUM
26 ESKİŞEHİR
27 GAZİANTEP
28 GİRESUN
29 GÜMÜŞHANE
30 HAKKARİ

31 HATAY
32 ISPARTA
33 İÇEL
34 İSTANBUL
35 İZMİR
36 KARS
37 KASTAMONU
38 KAYSERİ
39 KIRKLARELİ
40 KIRŞEHİR

41 KOCAELİ
42 KONYA
43 KÜTAHYA
44 MALATYA
45 MANİSA
46 KAHRAMANMARAŞ
47 MARDİN
48 MUĞLA
49 MUŞ
50 NEVŞEHİR

51 NİĞDE
52 ORDU
53 RİZE
54 SAKARYA
55 SAMSUN
56 SİİRT
57 SİNOP
58 SİVAS
59 TEKİRDAĞ
60 TOKAT

61 TRABZON
62 TUNCELİ
63 ŞANLIURFA
64 UŞAK
65 VAN
66 YOZGAT
67 ZONGULDAK
68 AKSARAY
69 BAYBURT
70 KARAMAN

71 KIRIKKALE
72 BATMAN
73 ŞIRNAK
74 BARTIN
75 ARDAHAN
76 IĞDIR
77 YALOVA
78 KARABÜK
79 KİLİS
80 OSMANİYE
81 DÜZCE





google-site-verification: googled0d2f01e41c88b26.html
 
Bugün 2 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol