HOŞ GELDİNİZ AHMET ÖKTELİK RESMİ WEB SİTESİ

   
 
  LEYLA İLE MECNUN
LEYLA İLE MECNUN HİKAYESİ (KİTAP ŞEKLİNDE) /ext/belgeler_v_e.swf">
Leyla'ya sormuşlar: Kays mı seni daha çok sevdi, sen mi Kays'ı? Hiç düşünmeden atılmış biçare Leyla: Elbette ben onu daha çok sevdim. Peki buna delilin nedir? O senin uğrunda çılgına dönüp de adı Mecnun'a çıkmışken nasıl onun aşkından daha ziyade bir aşka sahip olduğunu iddia edersin.

Leyla'nın cevabı çok samimi olmuş:

O bana olan aşkını gitti ona buna anlattı, adımı dile düşürdü; bense onun sevgisini işte şuramda, ta yüreğimin içinde saklayıp durdum da kimseciklerle paylaşmadım. Şimdi ben onu daha çok sevmiş değil miyim sizce?!

----------------------------------------------------------------------- Onun bulunduğu yerde benim anılmam manasız olur!!!

Birisi Mecnun'a sordu: 'Güzel dostum, dedi, sana ne oldu? Artık kabileye uğramıyorsun.Yoksa içinde Leyla'nın sevgisi kalmadı mı? Hayalin değişip meylin bitti mi?' Zvallı Mecnun, bunları duyunca yana yana ağladı. Dedi ki: 'Efendi bırak beni! . Zaten kendi derdim gönlüme yeter . Bari sen de yarama bıçak bastırma. Benim ayrılığım ona sabretmenin delili sayılmaz. Nice ayrılıklar zaruri olur.

Bu sefer adam şu teklifte bulundu: 'Leyla'ya bir haberin varsa söyle, ey mübarek huylu, vefalı aşık'. Mecnun:

'Sakın, diye atıldı, benim adımı sevgilimin yanına götürme. Çünkü onun bulunduğu yerde benim anılmam manasız olur'. ---------------------------------------------------------------------------------------------------

arap koylerinden birinde mecnun adinda bir delikanli yasar, ticaretle ugrasirmis. gunlerden bir gun komsu koylerden birinde gordugu leylaya asik olmus. koyler birbirlerini pek sevmediklerinden leylanin babasi mecnuna vermemis kizini. mecnunaskindan bitap collere dusmus, isi gucu birakmis sadece leylasi icin yanmakta.. koyluler mecnunun bu haline acimislar, her ne kadar aramiz kotu de olsa gidip konusalim birde biz isteyelim kizi demisler ve koyde yasca buyuk hatiri sayili kisiler toplanip leylanin koyune gelmisler. sorup sorusturmuslar, bulmuslar leylayi ama leylahicde mecnunun anlattigi gibi ahu gozlu, kiraz dudakli, elma yanakli, sirma sacli diilmis. aksine cirkin mi cirkin, kara kuru, karga burunlu zayif mi zayif bir kizmis. koyluler bakmislar olacak gibi degil, bu bizim mecnunun leylasi olamaz deyip gerisin geri koye donmusler.

varmislar mecnunun yanina, demisler: ey mecnun bu leyla kara kuru, karga burunlu bir kiz, sen bunun neresini sevdin de begendin, biz sana daha guzelini aliriz, vazgec bu sevdadan, yaziktir gencligine, collere dusme bunun icin... mecnun bitap bir halde kafasini kaldirip cevaplamis: siz bir de ona benim gozumle bakin, gonul kimi severse guzel odur...

Leyla'nın Mecnun'u

Mecnun bir fırsatını buldu, Leyla ile baş başa kaldı. Leyla da ondan bir dilekte bulundu:

- Ey âşık! Neyin varsa getir!

- A ay yüzlü! Senin aşkınla ne suyum kaldı, ne kuyum. Ne ciğerimde azıcık kan, ne geceleri gözümde uyku. Aşkın aklımı yağmaladıktan sonra her şeyim birer birer gitti. Şimdi sahip olduğum tek şey yaralı bir kuş olan canım. Senden bir emir bekliyorum. Ver dersen hemencecik vereyim.

Leyla güldü bu sohbete. Sonra sitem etti:

- A yiğit! Ben senden bunu ne vakit istersem alırım, başka neyin var?!

Bu söz üzerine Mecnun, partal giysilerinin eprimiş yakasından çıkardığı bir iğneyi Leyla'ya sundu:

- V i, varlık âleminde malik olduğum tek şey işte bu. Bundan başka hiçbir nesneye sahip değilim. Bunu taşımamın sebebi ise yine sensin a gönlümü alan! Çölde, ovada, dağda, kırda senin hayalini izlerken çok düşüyorum; dikenler ayağıma batıyor. İşte bu iğne onları ayağımdan çıkarmak için.

Mecnun, Leyla'nın kendisine acımasını beklerken Leyla sitem etti:

- İşte ben tam da onu arıyordum. Aşkta gerçek isen bu iğne sana nasıl layık oluyor, a perişan âşık! Bencileyin bir güzelin peşindeyken ayağına diken batsa o dikeni çıkarmak doğru olur mu? Eğer o dikeni çıkarırsan, seninkine vefa derler mi?! Sevgili yolunda ayağına diken batan âşık, onu elbisesine takılmış bir gül görmeli değil midir? Gül fidanı, bir gül elde etmek için bir yıl dikenlere sabrediyor da sen gül fidanından da aşağı mısın yoksa? Leyla'nın aşkıyla ayağına batan diken, onun başkalarına armağan edeceği yüzlerce gül demetinden daha değerli değil midir? ---------------------------------------------------------------------------------------------------

LEYLA'YI ARAYAN MECNUN

Birisi yollarda Mecnun'a rastlamıştı; dertli dertli yoldaki toprakları eşeliyor, sanki bir şey arıyordu. O adam sordu:

- A deli, böyle ne arıyorsun?!

- Leyla'yı arıyorum.

Adam şaşırdı:

- Hayret, Leyla topraklarda ne gezer, öylesine parlak bir inci toprağa düşer mi?

- Ben neresi olsa ararım, belki bir an gelir, onu bir yerde buluveririm.

;;; hakikate mübtelayım bakmak görmek degildir aşka aşığım leylaya değil

Leyla'nın ölümü

Yolunu şaşırmış Mecnun ordan oraya koşturup giderken biri ona, "Leyla öldü!" deyiverdi. Mecnun, bu kara haber üzerine derhal durdu ve ellerini açıp şükretti:

- Hamd olsun Allah'ıma!

Bu sefer adam çok öfkelenip bağırdı:

- A aklı ve hayatı darmadağın olmuş zavallı! Hem onun için yanar, hem de neden böyle söyler, ölümüne sevinirsin?

- Ben, iyiliğini isteyip dururken o ay yüzlüden bir fayda elde edemedim. Bari kötülüğünü isteyen de bir şey elde edemesin!

razı olsun Seni bulan neyi kaybeder? Seni kaybeden neyi bulur? aŞk mAhRemdiR



Sevgi dediğin, aşk dediğin mahremdir

Yüzü Dost,Özü Düşmandan usandım,Dili Mümin Kalbi Şeytandan usandım,Dostum, Herkesin Kahrı Çekilirde Ben DAVASIZ MÜSLÜMAN dan usandım .




Kavrar Yürek,Kalkar Bilek, Sana İbrahimler Gerek,Eteğinde Her Bir Yürek, Haykıracak LEBBEYK ! ! !



"Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni."

Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir.

Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır.

Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür. Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.

Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;

"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez Cânânsuz cihân gerekmez."

Der, kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:

"Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."

Bu efsane Arap edebiyatında 10. yüzyılda çok yaygın bir hale gelmiş, Mecnun'a ait olduğu söylenen şiirlerin arasına nesirler de eklenerek hikaye haline getirilmiştir. Bu konu daha sonra Fars ve Türk edebiyatlarında da işlenmiştir. Bunların arasında en ünlüsü Fuzuli'nin 1535'te yazdığı Leylâ vü Mecnun adlı mesnevisidir.Fuzuli,Leyla ve Mecnun mesnevisini istek üzerine yazmıştır. Kanuni Sultan Sü*leyman Bağdat şehrini ele ge*çirdikten sonra burada toplanan bilim ve sanat adamları, Fu*zuli'den, bu türde bir eser yazmalarını istemişler, bunu bir çeşit sınanma sayan Fuzuli de 1535 yılında eserini tamamlayıp Bağdat valisi Üveys Paşa'ya sunmuştur.Mesnevi tam tamına 3098 beyittir.



Bir Kepçe Hikayesi

Beldenin birinde bir Leylâ varmış. Bir gün demiş ki tellâla: “-Halka haber ver. Yarın meydanda kazan kuracak ve herkese çorba dağıtacağım. Toplansınlar, gelsinler.”

Bunu duyan halk, ertesi gün büyük bir heyecan ve sevinç içinde, söylenen yere akın etmiş. Kiminin elinde tas, kiminde tencere, kiminde kova… Herkes, daha fazla çorba almak sevdâsıyla, toplanmış meydana… Gelenler, kazanın önünde sıraya girmişler. Pek muazzam, uzunca bir kuyruk oluşmuş ki, görmeye değer…

Bekleyenlerin kimi yanındakiyle havadan sudan konuşmaya, kimi ise kendi tenceresiyle bir başkasınınki arasında büyüklük kıyaslamaya durmuş. Halk, sırada beklemeyi pek sevmez. İşte bunun için, sıkılmayalım diye herkes, kendince bir meşgale bulmuş. Durum böyle olunca, koca kuyruktan bir uğultulu ses duyulmuş.

Herkes duyar da hiç, Mecnûn duymaz mı? Konu Leylâ’nın dâveti olunca, şüphesiz o da duymuş. Tellâlın sesi ulaştığı vakit, yüzünde bir tebessümle, demiş ki, kendi kendine:

“-Ah benim Leylâ’m! Canım! Güzelim! Görüyor musun bak, yine cömertliğini göstermiş, ikram edecekmiş. Elbet halka verirken, benden de esirgemez. Alayım da şu küçük kâseyi, Leylâ’mın elleriyle dağıtacağı çorbadan nasipleneyim.”

Gele gele o da gelmiş meydana, kuyruğun sonuna ilişmiş. Deyin hele, hiç Mecnûn’un bekleyişi halkınkine benzer mi? Tabiî ki benzememiş. Halktan kimileri:

“-Bu sıra da ilerlemedi gitti!” diye sızlanmaya başlamışken Mecnûn, kalbinde bambaşka bir titreyişle mahcup; ama ümitli, mahzun; ama mütebessim, sızlanmadan beklemiş. Onu gören bazıları, elindeki kâsenin küçüklüğüyle alay etmiş:

“-Ne enayi adamsın be, bedava çorbaya geliyorsun, şu elindeki küçücük kâseye bak. Aklın olsa, bizim gibi yapar, evindeki en büyük kaplarla gelirdin ya, akıl sende ne gezer!” demiş. Bazıları ise:

“-Yahu, dik dursana, ne o öyle sümsük sümsük!” diyerek küçümsemiş. Diyeceksiniz ki, “Ne de sabırlı bu Mecnûn; onca laf işitiyor da, ses etmiyor.” Yok be yahu, vermesine verir cevabını ya, Mecnûn, o söylenenlerin bir kelimesini bile duymamış. Deyin ki, nasıl duyacak sesleri? Dolu dolu ve yerdeymiş gözleri… Ne zaman çağırsa Leylâ, böyle olur, halk da onun bu vaziyetiyle kafa bulurmuş.

Bu arada, sırası gelen çorbasını almış. Leylâ, her gelen için ayrı, pek büyük bir şefkatle ve mütebessim, büyücek kepçesini, kocaman kazana daldırmış. Halk, tasını tenceresini doldurmanın sevinciyle kenara çekildikçe, sıra Mecnûn’a yaklaşıyormuş.

Ee, her şeyin sonu var. O koca kuyruk da böylece küçülmüş, küçülmüş, sonunda kala kala bir Mecnûn kalmış. Hani kalbi, avcısına yakalanmış bir ceylan gibi çarpıyordu ya Mecnûn’un... Hani bekleyişi diğerlerininkine hiç benzemiyordu ya… O, işte bu hâlin etkisiyle başı eğik, gözleri yerde, anlamış ki, sıra onda, heyecandan titreyerek, elindeki küçük kâseyi, Leylâ’sına uzatmış.

Herkese sevgiyle ikram eden Leylâ, Mecnûn’u karşısında bu vaziyette görünce, birden kaşlarını çatmış. Âh, öyle bir celâlle bakmış ki, görenler şaşmış. Mecnûn yere baka, millet şaşadursun; Leylâ, o herkese çorba ikram ettiği kepçeyi kaldırmış, Mecnûn’un kafasına indirmiş! Ama ne indiriş!!

Mecnûn, hiç beklemediği bu davranışın ardından, âni bir hareketle yerden almış gözlerini, Leylâ’nın gözlerinin en derinine bırakmış. Uzun uzun bakmış, bakmış… O bakarken, başından aşağı çok kan akmış. Aldırmamış Mecnûn buna, yine, bir daha, bir daha bakmış.

O kadar ki, ikisinin bakışları sanki birbirinde yok oldu sanırsınız. Sanki öylece dondu da kaldılar zannedersiniz. Epeyce sonra Mecnûn, sanki o gözlerde bir müjde okumuşçasına gülümsemiş. “-Leylâm! Yine Leylâm!” demiş, sürûr içinde kenara çekilmiş. Bunu gören halk, galeyâna gelmiş. İnsanlar:

“-Sen” demişler, “sen gerçekten de delinin tekisin. Adını Mecnûn koymakla pek de isabet etmişiz. Vallâhi, senden adam olmaz. Yâhu kafana kepçeyi indirdi, başını yardı, kanını döktü, sen hâlâ «Leylâ’m, Leylâ’m!..» diye sayıklayıp duruyorsun. Ne biçimsin ki, bir lokmacık onurun da yok. Seni gören, ikramlandı sanır! Oysa Leylâ, senden çorbasını esirgemekle kalmamış, bir de sana zulmetmiştir.

Bu Leylâ, böyle zâlimlik etmişken, senin şu hâline de bak! Evet, evet, sen resmen zır delisin! Zaten öyle olmasan, daha «Leylâ» der misin?! Bak sana neler etti!..” Anlayacağınız halk, Mecnûn’a kızacağım derken, Leylâ’yı kötülemeye durmuş. Âh ah! Gaflete bakın ki, Leylâ’yı, Mecnûn’a yeriyorlar.

Nankörlüğe bakın ki, iki dakika önce elinden çorba alıp sevindikleri kimseyi, zâhirine aldandıkları bir hâdise yüzünden hemen yerin dibine sokuyorlar. Biliyorum, çok kızdınız. “-Bu ne biçim insanlık, hiç insan elinden nîmetlendiği kimse hakkında böyle konuşur mu?” dediniz.

İşte zaten Mecnûn da, buna dayanamamış. Hiçbir şeye değil, halkın Leylâ hakkında ileri geri konuşmasına kızmış. İki elini, beline öyle bir koymuş ki… Kaşlarını Leylâsı gibi öyle bir çatmış ki… O sümsük (!) adam gitmiş, yerine heybetli mi heybetli bambaşka biri gelmiş de, dönüp halka demiş ki:

“-Bana bakın, bana! Oncanız arasında, seçti de benim başımı yardı, onu çekemediniz değil mi!? Kıskanmayın a dostlar, Leylâm belki bir gün lutfeder, sizin de başınızı yarar!”

Böylece susmuş tüm sesler... Ne diyeceğini bilmez hâlde kalakalmışken halk, “Leylâm!” diye diye, uzaklaşmış Mecnûn meydandan… Hikâye de burada bitmiş.

Hikâye bitince şerhi başlar. O hâlde şimdi, şerh edelim de anlayalım, meselenin aslı neymiş: Efendim; Mecnûn, Leylâ’nın gözlerine bakınca, orada bir şey okudu. Leylâ, anlamaya sadece Mecnûn’un güç yetirebileceği bir dille, içli içli sitem etti. Bu sitem, sadece gözlerin derininde gizliydi ki, o saklı yere yalnızca Mecnûn’un bakışı ulaşabildi. Zira Mecnûn, aşkla baktı. Leylâ, yalnızca âşığına açtığı o mahremde, sessizce şöyle haykırdı:

“-A benim Mecnûnum! Bilmez misin ki, ben de sana Mecnûn’um… Bu halkı meydana, sırf seni görebilmek için döktüğümü; bunca zahmete, sırf seninle bakışabilmek için katlandığımı bilmez misin? Aramızdaki aşk ortaya dökülmesin, insanlar ileri geri konuşup fitne fesat çıkarmasın, sırrımız açığa çıkmasın diye böyle yaparım.

Benim derdim, sadece seni görmek, gözlerine dalmakken, şu senin ettiğine bir bak! Halk gibi çorbanın derdine mi düştün ki, nazarını yere, kâseni bana revâ gördün! Sen ki, benden bakışlarını esirgersin, işte o vakit, kepçeyi de kafana böyle yersin! Şimdi, o güzel başından kanlar süzülürken, iyi bil ki, içim yanıyor.

Lâkin benden beni değil, çorbayı talep ettiğin ânların yarası içimde, bil ki hâlâ kanıyor. O hâlde şimdi, gözlerime daha uzun bak ki, hem sancım, hem hasretim dinsin…” İşte Mecnûn, Leylâ’nın bakışında bu cilveyi seyredince, başının acısını unutup tebessüm etti. Halk, hakikati anlama istîdâdına sahip bulunmadığından, Leylâ’ya bile “zâlim” demekte bir beis görmedi.

Oysa az önce, kötüledikleri Leylâ’nın önünde çorba için bekleşen de onlardı. Ne yazık ki, halkın sevgisi ve yakınlığı, çıkarını elde edene kadardır. Şimdi belki diyeceksiniz ki, “Leylâ’nın yaptığı da iş midir? Ne diye herkesin içinde Mecnûn’u rezil etmiştir?”

El cevap: Vuran da memnun, vurulan da... Ee, o zaman size ne canım? Leylâ dilerse halk içinde, dilerse tenhâda vurur. Onun işine karışılmaz. O, dilerse bizzat; dilerse kepçesiyle kanatır. Dilerse elleriyle, dilerse bakışıyla okşar durur. Mecnûn ki, has Mecnûndur, Leylâ ile arasına kimseleri almaz. Leylâ varken başkasını var saymaz.

Leylâ’nın olduğu yerde, Mecnûn’un kendisi bile kalmaz ki, halk kalsa… O halde Mecnûn, rezil de olmaz. Bize düşen, “Niye öyle etti, niye böyle yaptı?” diyerek Leylâ’yı sorgulamak değil, gözlerimizi gözlerine dikip, yaptığındaki cilveyi ve hikmeti okumaya çalışmaktır. İşte bu gayret içinde olana; Mecnûn gibi hayırda da, şerde de sevdâ okuyana “Kul” derler. Zira ancak böyleleri, O’ndan her gelene râzıdır.

Leylâ’nın yaptıklarını sorgulama da, ne ederse etsin, yine de git, ona sarılmaya bak. Zira Mecnûn’san, Leylâ’nın yanında bulunmaktan büyük ne kârın, ne de neşen kalmıştır.

“-Aman uğraşamam öyle, Mecnûnluk benim neyime, ben halkım yâhu!” diyorsan, zaten o vakit, hiç yorma başını bunlara... Git, ısıt da çorbanı ye...

Hani âdettendir. Bir masalı, bir hikâyeyi anlatıp bitirince, “Gökten üç elma düştü.” derler. Şimdi biz de yazıyı o havada sonlandıralım; fakat bunu yaparken farklı birkaç cümle kuralım:

Gökten üç kepçe düşmüş: Biri yazanın, biri okuyanın, biri dinleyenlerin başına... Bakalım kaç “has kişi”, kan ağlarken tebesssümle “Leylâm!” demeye âşinâ… <
ETKİNLİKLER
 
www.dostyurdu.com

Türkiye Plakalari


01 ADANA
02 ADIYAMAN
03 AFYON
04 AĞRI
05 AMASYA
06 ANKARA
07 ANTALYA
08 ARTVİN
09 AYDIN
10 BALIKESİR

11 BİLECİK
12 BİNGÖL
13 BİTLİS
14 BOLU
15 BURDUR
16 BURSA
17 ÇANAKKALE
18 ÇANKIRI
19 ÇORUM
20 DENİZLİ

21 DİYARBAKIR
22 EDİRNE
23 ELAZIĞ
24 ERZİNCAN
25 ERZURUM
26 ESKİŞEHİR
27 GAZİANTEP
28 GİRESUN
29 GÜMÜŞHANE
30 HAKKARİ

31 HATAY
32 ISPARTA
33 İÇEL
34 İSTANBUL
35 İZMİR
36 KARS
37 KASTAMONU
38 KAYSERİ
39 KIRKLARELİ
40 KIRŞEHİR

41 KOCAELİ
42 KONYA
43 KÜTAHYA
44 MALATYA
45 MANİSA
46 KAHRAMANMARAŞ
47 MARDİN
48 MUĞLA
49 MUŞ
50 NEVŞEHİR

51 NİĞDE
52 ORDU
53 RİZE
54 SAKARYA
55 SAMSUN
56 SİİRT
57 SİNOP
58 SİVAS
59 TEKİRDAĞ
60 TOKAT

61 TRABZON
62 TUNCELİ
63 ŞANLIURFA
64 UŞAK
65 VAN
66 YOZGAT
67 ZONGULDAK
68 AKSARAY
69 BAYBURT
70 KARAMAN

71 KIRIKKALE
72 BATMAN
73 ŞIRNAK
74 BARTIN
75 ARDAHAN
76 IĞDIR
77 YALOVA
78 KARABÜK
79 KİLİS
80 OSMANİYE
81 DÜZCE





google-site-verification: googled0d2f01e41c88b26.html
 
Bugün 2 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol